Sinema: FATİH AKIN

DUVARA KARŞI/ GEGEN DIE WAND (2004) (Fatih Akın)
Yazı: Can Ege Tülek
Duvara Karşı, bir anlamda klasik Türk melodramlarına göz kırpan, bir şekilde de biçim ve senaryo olarak klasik yapıya daha farklı ve sıra dışı yaklaşan bir aşk hikayesi olarak karşımıza çıkıyor.

Uluslar arası dalda birçok önemli başarıya imza atmış olan film, görünürde intihar girişiminde bulunduktan sonra hastanede tanışan iki kişinin aşkını anlatırken, bir yandan da alt metin olarak yönetmen Fatih Akın’ın genel olarak üstünde durduğu göçmenlik, Türk aile yapısı, Erkek egemen ahlak yapısı ve doğu-doğu, doğu – batı ve batı – batı çatışmaları konularını ele alıyor. Hatta çoğu zaman Almanya’da yaşayan göçmen Türk’lerin, halkın tabiriyle “Almancı” olarak adlandırılan kesimin içine düştüğü kültür sıkışıklığını inceleyen bir belgesel niteliği kazanıyor film. Yönetmenin kendisinin de bu göçmen kültüründen gelmesi, aynı zamanda bu sosyal yapıyla bağlantılı olan Türk arabesk kültürüne olan ilgisi sayesinde filmin bu yaklaşımı güçlü ve derin bir nitelikle karşımıza çıkıyor. Filmin bu yönüyle bağlantılı olarak, bir röportajında “Ben hem iki kültürün arasında, hem de iki sinema arasında büyüdüm, onlardan beslendim. Küçüklüğümde Almanya'da hep Yeşilçam filmleri seyrederdim. Bu sinema tanıdığım sinemadan bambaşkaydı. Arabesk sineması mesela. Almanya ya da Amerika'da olmayan bir şey bu! Bu tabii ki beni etkiledi. Duvara Karşı'yı seyretsek, analizini yapsak, bu filmde birçok Türk filmini göreceksiniz. Muhsin Bey var bu filmde, Yılmaz Güney'in filmleri var.” diyor Akın (Sabah Gazetesi, 2005).

Film, adeta kendisinin bir melodram olduğunu gösterircesine, bir Klasik Türk Müziği orkestrasının (Vokal: İdil Üner, Orkestra: Selim Sesler Orkestrası) performansı ile açılıyor. Senaryodan bağımsız olan bu orkestra, arkasında güneşli bir İstanbul manzarası ile (Filmin ilerlemesiyle beraber batacak olan bir güneş), filmde ara ara, filmi bölümlere ayırarak, bir yandan da senaryonun gidişatına dair sözler barındırarak yeniden karşımıza çıkıyor. Bir anlamda Türk Melodramlarında, başroldeki şarkıcı kadın karakterin şarkı söyleyerek kadere veya sevdiğine seslenmesi görevini bu orkestra görüyor.
tam boyutlar için üzerlerini tıklayınız

Fatih Akın’ın akıcı anlatımına sahip olan ve hızlı bir şekilde başlayan filmde, Birol Ünel tarafından canlandırılan Cahit Tomruk karakterinin intihar girişimine şahit oluyoruz. Filme adını veren hamlesiyle, Cahit Tomruk bir duvara araba ile son sürat çarpıyor. Kazayı yaralarla atlatan Cahit, hastane de kendisi gibi intihar girişiminde bulunmuş Sibel Güner (Sibel Kekilli) karakteri ile karşılaşıyor. Sibel, göçmen ailesinin tutucu tavırlarının getirdiği baskıya dayanamayıp çareyi intihar da aramış fakat Cahit gibi o da başarılı olamamıştır. Hastane de Cahit’i gördükten sonra, ilk defa rastlamış olmasına rağmen ona formalite bir evlilik teklifi eder çünkü ailesi sadece ve sadece evlendiği zaman onu rahat bırakacak ve o da özgürlüğüne kavuşmuş olacaktır.

Tabi ki, Cahit, başta çılgınca gelen bu fikre karşı çıkıyor. Bir şekilde sevdiği kadından ayrı düşmüş ve bunun peşinde kendi öz-yıkımını hazırlamış, geçmişinden ve kendisinden kaçan, bunlar ile yüzleşmeyen ve belki de yüzleşemeyen Cahit için, Türk gelenekleri ile, hem de onların tutucu halleri ile, yüzleşmek fikri ve olgusu hiçbir şekilde anlamlı gelmiyor.

Cahit karakteri bu tutumu ile sanki Fatih Akın’ın bir anlamda Almanya’da ki Alman-Türk benliği arasında kalmış ve iki benlikten de uzak kalmış göçmenlere bakış açısını, kızgınlığını yansıtıyor gibi. Çünkü yönetmende onlardan biri, hem kendisine kızıyor hem de bir yerde kendisini ve içinde bulunduğu durumu anlıyor.

Karakterlerimiz, bir şekilde Cahit’in Sibel tarafından ikna edilmesi üzerine evleniyor. Evlilik sırasında, öncesinde ve sonrasında geçen ve gelenekleri gösteren görüntüler ise tam bir belgesel havasında. Fatih Akın bu sahnelere olabildiğince gerçekçi ve abartısız bir bakış açışı ile yaklaşmaya çalışmış. Hatta düğün sahnesi için sanki bir düğün kameramanının elinden çekilmiş bile denebilir bırakılan izlenim açısından.

Yönetmen bu bölümde de yine Türk erkek egemen ahlak yapısının çarpıklığına dair sahneler önümüze seriyor. Evlendikten sonra, bir bağlamda erkekliği test edilmesi için Sibel’in erkek kardeşi (Yönetmen’in kardeşi Cem Akın tarafından canlandırılıyor) ve onun dostlarıyla okey oynanmaya davet ediliyor Cahit. Tabi ki bu sırada kadın ve futbol muhabbeti de ortamda yerini alıyor. Ortamdaki bir erkek, kaba bir şekilde konuşarak geneleve yeni kadınların geldiğini ve mutlaka onları ziyaret etmeleri gerektiğini söylüyor ve hatta Cahit’i de çağırıyor. Cahit “Neden kendi kadınlarınızı becermiyorsunuz?” sorusunu yönelttiğinde ise sinirleniyor ve karılarımız hakkında böyle konuşamazsın diyor. Burada istediği türlü pisliği yapan Türk erkeğinin, kendi kadınına (Bu anne, kız kardeş ya da “bacı” da olabilir) laf geldiği zaman takındığı çarpık ahlaki tavrı çok kısa bir şekilde çok iyi özetliyor Fatih Akın.

Bu sekanslardan sonra filmin melodramatik öğeleri ağır basan bölümleri devreye giriyor. Ana karakterlerimiz beraber yaşıyor ama gerçek anlamda “beraber” olamıyorlar. Birbirlerine bir şeyler hissettiklerini anlıyorlar ama yine engel kendileri oluyor. Klasik melodramlarda da bulunan bu olgu, biraz da karakterler arasında başka kimsenin engel olmaması durumunu taşıdığı için, burada biraz daha sıra dışı ve psikolojik bir boyut kazanıyor. Karakterler arasında çok bariz bir sosyal ve sınıfsal fark olmaması da aslında yine filmin sıra dışı bir melodram olduğunu da bir göstergesi olabilir buna ek olarak.

Arabesk filmlerin ve melodramların vazgeçilmezi olan “mapusa düşme” olgusu bu filmde de baş gösteriyor. Karakterlerimiz tam birbirlerini sevdiklerini anladıkları anda, araya Sibel’in eski bir erkek arkadaşı olan Niko giriyor, Cahit’i Sibel’e karşı kötü sözler söyleyerek kışkırtıyor ve en sonunda Cahit anlık sinirine yenilerek Niko’ya bir kül tablası ile vuruyor. Tabi ki olay Niko’nun aldığı darbe sonucu ölmesi ile sonuçlanıyor. İşte burada hapishane sekansı giriyor ve filmin ilk yarısı bir anlamda bitmiş oluyor.

Evli bir erkekleyken, başka bir erkekten yediği ithamlar yüzünden karalanmış olan Sibel’i ailesi kabul etmiyor ve bir aile ferdi olmaktan men ediyorlar kendisini. Burada tutucu ve sert aile yapısını görüyoruz bir şekilde. “Namus” cinayeti işlemiş olan Cahit “Enişte” olarak kabul görürken, ailenin namusunu kirlettiği için Sibel dışlanıyor. Feodal aşiret zihniyetinden hala kurtulamadığımızı, hatta dışlanan göçmenlerin bir bu zihniyete daha çok tutunduğunu görüyoruz bu sekans sayesinde.

Cahit hapishanedeyken Sibel kaçışı Türkiye’ye gelmekte buluyor ve bir anlamada karakterlerin özlerine dönüşünü de vurgulamış oluyor yönetmen. Kendisini dışarıya kapatıyor ve hatta kadınsı kimliğinden, saçını kestirip erkeksi kıyafetler giyerek sıyrılıyor. Cahit’in kadını olduğunu ve ona ait olduğunu, bir şekilde o hapishaneden çıkana kadar kadın kimliğini saklayacağını göstermiş oluyor bu sayede. Hayatında bir değişim olduğunun fiziksel yansıması oluyor. Hatta İstanbul’a geldikten sonra televizyonda yarışan milli haltercimiz Sibel Özkan’ı görüp “Hadi Sibel” şeklinde seslenmesi de kendisinin artık hayata tutunma çabası içerisinde olduğunun maddi kanıtı oluyor elimizde.

Cahit hapishaneden çıkıyor ve dostu Şeref (Güven Kıraç)’in yaptığı para yardımı ile Sibel’in peşinden Türkiye’ye geliyor. Türkiye’de Sibel’in akrabası olan Selma (Meltem Cumbul) ile buluşuyor ve filmin bir anlamda en kilit sahnelerinden biri gerçekleşiyor. Başta Türkçe başlayıp sonrasında İngilizceye dönen konuşmada Cahit Selma’ya Sibel’in yerini soruyor fakat Selma Sibel’in yeni bir hayatı olduğunu söylüyor. Bu melodramatik öğenin peşine Cahit Tomruk cevap veriyor. “Are you strong enough to stand between us?” (Aramızda duracak kadar güçlü müsün?). Selma’nın cevabı ise “Are you strong enough to destroy her life?” (Onun hayatını yok edecek kadar güçlü müsün?) oluyor (Filmin belki de nadir şatafatlı repliklerinden biri burada geçiyor). Cahit durumu kabulleniyor, hayır diyor ve çekiliyor.

Sibel, Cahit’in geldiğini öğrendikten sonra Cahit’e ulaşıyor. Bu sekansta Sibel’in bir sevgilisi ve bir çocuğu olduğunu görüyoruz. Buluşuyorlar, uzunca vakit geçiriyorlar, sevişiyorlar ve en sonunda Cahit Sibel’e, kendi memleketi olan Mersin’e gidip orada beraber teklifi yaşama teklifi ediyor. Bu, Fatih Akın’ın tepkili yanı olan Cahit karakterinin, özüne dönüşü oluyor. Yönetmenin de, bu karakterin de, bir duygusal yolculuğu aştıktan sonra en nihayetinde huzuru kendi köklerinde arayacağını gösteriyor. Bu bölümün sonunda beraber bir gün sonra 2’de otobüs garında buluşmak üzere anlaşıyorlar.

Bir gün sonra saat 2’ye yaklaştığında Cahit’i garda yalnız, Sibel’i ise evinde sevgilisinin ve çocuğunun sesini dinlerken görüyoruz. Bir ikilemde kalan Sibel bir şekilde, fevri ve duygusal davranmak yerine, mantığını öne sürüp kurulu düzenini ve ona yuva açan insanları seçiyor. Saat 2 olduğunda da Cahit karakterini Otobüsle tek başına Mersin’e doğru yola çıkarken görüyoruz. O da bu durumu kabulleniyor. Ve kamera garda sabit kalırken otobüs uzaklaşıyor. Orkestramız yine giriyor ve “İnsan sevdiğine böyle mi yapar” sözüyle filmi bitiriyor.
Röportaj Kaynağı: http://arsiv.sabah.com.tr/ozel/fatih809/dosya_809,4.html
Fatih Akın (1973 Hamburg):
• 1995 - Du bist es! (Sensin…)
• 1996 – Getürkt
• 1998 - Kurz und Schmerzlos (Kısa ve Acısız )
• 2000 – Im Juli (Temmuz’da)
• 2004 - Gegen Die Wand (Duvara Karşı)
• 2004 - Europäische Visionen
• 2005 – Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul (İstanbul Hatırası)

1994 – 2000 : Hamburg Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ( Hochschule für bildende Künste Hamburg veya kısaca HfbK )- Görsel İletişim Bölümü Görsel İletişim Bölümü ( Visuelle Kommunikation ).
1995: İlk kısa filmi, You're the one! / Du bist es! / O Sensin. Hamburg Uluslararası Kısa Film Festivali izleyici ödülünü getirmiştir.
1996: 'Getürkt' isimli ikinci kısa filmi. Pek çok ödül kazanıyor.
1998: İlk uzun metraj denemesi Kurz und Schmerzlos / Short Sharp Shock / Kısa ve Acısız. Film aynı yıl Locarno film festivalinde Bronz Leopar ödülünü, Bavarian Film Ödüllerinde En İyi Genç Yönetmen ödülünü alıyor. cebrail, almanya’da yaşayan ve hapisten yeni çıkmış genç bir türk göçmenidir. hapishane cebreail için dayanılması zor ancak öğretici bir tecrübe olmuştur. kararı kesindir; her türlü yasadışı işten uzak duracaktır. cebrailin yakın arkadaşları da kendisi gibi göçmendir. yunanistanlı costa hırsızlığı meslek edinmiştir. sırp bobby ise gözünü çok daha ciddi işlere dikmiştir; uyuşturucu pazarlayacaktır. bobby’nin sevgilisi alice ile cebrail arasında ise önüne geçilemeyen bir yakınlık yaşanmaktadır. bobby arnavut bir mafya lideriyle bağlantıya geçer ve onun adına bazı pis işler çevirir. başlarda işler iyi gidiyor gibi görünür ancak bir gece bobby kendisine verilen bir görevi başaramaz ve elindeki tüm malı çaldırır. artık ne bobby ne de arkadaşları güvende değildir. cebrail, bobby’nin başlarına açtığı sorunu temizlemek zorundadır. üç arkadaş, dostluklarını hayatlarıyla test etmek durumundadırlar. en ufak hatalarında hamburg sokakları kana bulanacaktır.
2000: Im Juli. Dünyaya kendini tanıtması ve sınırları aşmak üzerine kişisel görüşlerini vermesi açısından önemli bir film. Başrolllerini Moritz Bleibtreu ve Christiane Paul oynamıştır.
2002: Solino. Geniş Bütçeli bir film, göçmen kültürünü anlatıyor. İtalya’dan Almanya’ya göç eden bir aileyi anlatıyor. Fatih Akın’ın göçmenlere farklı bir bakışı.
2004: Gegen Die Wand – Duvara Karşı
2005: Kebab Connection senaristliği. Sonrasında çok memnun olmadığını açıklıyor.
2005: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul / İstanbul Hatırası adlı İstanbul'un barındırdığı değişik müzikleri ve müzik kültürleri üzerine bir belgeselin yönetmenliğini yapmıştır. Belgeselin anlatımını Almanya'nın ünlü endüstriyel rock gruplarından Einstürzende Neubauten'ın bas gitaristi Alexander Hacke yapmıştır.
2005 yılında Cannes Film Festivali'nde Salma Hayek,Javier Bardem ve Emir Kusturica ile birlikte jüride yer almıştır.
2007: "Yaşamın Kıyısında" . Cannes’da en iyi senaryo ödülü.

“Küçüklüğümden beri var olan bir şey... Ben hem iki kültürün arasında, hem de iki sinema arasında büyüdüm, onlardan beslendim. Küçüklüğümde Almanya'da hep Yeşilçam filmleri seyrederdim. Bu sinema tanıdığım sinemadan bambaşkaydı. Arabesk sineması mesela. Almanya ya da Amerika'da olmayan bir şey bu! Bu tabii ki beni etkiledi. Duvara Karşı'yı seyretsek, analizini yapsak, bu filmde birçok Türk filmini göreceksiniz. Muhsin Bey var bu filmde, Yılmaz Güney'in filmleri var. Mesela diyelim ki Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmi... Ben onu gişe falan olarak seyretmiyorum, sanat filmi olarak seyrediyorum. Mesela Uzak'ın dili, anlatım tarzı, hiçbir yerde seyretmedim daha.”

Duvara Karşı (Gegen die Wand) Ödüller:
2004- Deutscher Filmpreis En iyi Kadın Oyuncu
2004- The Quadriga Prize (Berlin)
2004- Gümüş Ayna Ödülü En İyi Film (Oslo Film Festivali)
2004- Avrupa Film Akademisi En İyi Film Ödülü
2004- Avrupa Film Akademisi Halk Ödülleri En İyi Yönetmen
2004 -54. Berlin Film Festivali-Altın Ayı (En İyi Film) – Susuz Yaz 1964
2004-Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü
2005 -Goya Ödülleri-En İyi Avrupa Filmi

Film Açılışı:
çaya indim çizmeylen
yar bulamadım gezmeylen
çok yürekler yandırdın sancak saçlı saniyem
bir oyalı yazmaylan

Senaryo
• Senaryo: Cahit Tomruk ve Sibel Güner’in hikayesi.
• Cahit Tomruk: Ülkesinden uzak 3. jenerasyon “Almancı”. Eski karısını kaybetmiş? Fatih Akın’ın biraz kızgın tarafını da gösteriyor. Türkçe’mi çöpe attım.
• Sibel Güner: Türk, erkek egemen baskıcı aile yapısından uzaklaşmaya çalışan bir kadın.
• Kesişim yerleri : “İntihar”
• Hastahanede buluşuyorlar. Kız direk evlenmek istiyor, çünkü aile baskısından kurtulmasının tek yolu bu.
• Evlilik, otobüs sahnesi

Alt metin
Baskıcı, erkek egemen Türk toplumunun sosyal, ahlaki yapısına bir bakış, eleştri.
Almanya’daki Türklerin kültürel yapısı (Almancı, 3.jenerasyon Almancılık.)
Kadın – Erkek
Doğu – batı

Melodram
• Çünkü kavuşamama var
• Aile bir anlamda engel. En büyük engel, kendileri.
• Hapis olgusu var.
• En sonunda ayrılık var (Vesikalı yarim)

Kapanış:
Herkes sevdiğine böyle mi yapar, ben perişan oldum

IM JULI (2000)
http://www.imdb.com/title/tt0177858/
Yazı: Suat Tülek
oldum olası aşk filmlerini çok severim..
"im juli", insana kendini iyi hissettiren cinsinden.. hoş tatlar bırakıyor.. filmi hepinize tavsiye ederim.. tabii karşı pencere'ye de gidin ama bu ondan on kat iyi
***
Konu : Öğrencilerinin kendisiyle dalga geçtiği, hemen hemen kimsenin ciddiye almadığı Daniel, kendi küçük dünyasında yaşayan genç ve yalnız bir öğretmendir. Daniel’in talihi, kendisine ilk görüşte aşık olan Juli ile tanıştığında değişmeye başlar. Daniel’in falına bakan Juli, onu yakın zamanda hayatının aşkını bulacağına inandırır. Ama işler Juli’nin planladığı gibi gitmez ve Daniel kendisine değil, bir Türk kızı olan Melek’e aşık olarak, onun peşinde gerçek aşkı bulmak üzere İstanbul yollarına düşer. Juli’nin de bu yolculukta Daniel’in peşini bırakmaya niyeti yoktur. Juli ve Daniel’in Almanya’da başlayan maceraları Ortaköy’e uzanırken, gerçek aşka uzanan bu zahmetli yolculukta ikisi de hem kendileri hem de yaşadıkları dünya hakkında pek çok şey öğreneceklerdir.

Filmlerini festivaller aracılığıyla takip eden kısıtlı bir kesimin dışında ülkemizde tanınmasa da Almanya?da rüştünü çoktan ispatlamış Türk yönetmen Fatih Akın’ın 2000 yapımı ”Temmuzda” isimli filmi, tüm dünyada sinemaseverlerin beğenisini toplayarak, sayısız festivalde gösterildi, pek çok da ödüle layık görüldü. Türk sineması için rekor sayılabilecek 5 milyon Mark bütçesi olan film, yıldız oyuncu kadrosu ve bir çok ülkeyi kapsayan öyküsüyle de dikkat çeken, aşk, kader, rastlantı ve yolculuk gibi kavramlar üzerine son derece keyifli bir macera-komedi filmi.

Filmde Daniel rolünde Moritz Bleibtreu, Juli rolünde Christiane Paul, Melek rolünde İdil Üner kamera karşısına geçmiş. Oyunculara eşlik eden isimler arasında Mehmet Kurtuluş (İsa), Jochen Nickel (Leo), Branka Katic (Luna) ve Birol Ünel (Club Doyen) bulunuyor. Alman sinemasının önde gelen isimlerinden olan Bleibtreu, Fatih Akın’ın “Temmuz’da”dan sonraki filmi “Solino”da da başrollerden birisinde yer aldı. Aktörün iğer filmleri arasında “Das Experiment “, “Deney”, “?Lola Rennt - Koş Lola Koş”, “Taking Sides - Taraf Tutmak” yer alıyor.
Biliyorsunuz; "im juli"nin de yönetmeni olan Fatih Akın yeni yaptığı "DUVARA KARŞI - Gegen die Wand" isimli filmle geçtiğimiz hafta 54. Berlin Film Festivali Berlinale'de "Altın Ayı" ödülünü aldı...(Almanya adına 23 film arasında yarışan Akın’ın filminde, Almanya'da yasayan bir Türk kızının bir gence aşık olarak evden kaçması konu ediliyor.)

filmin başrolünde SiBEL KEKiLLi oynuyor, meltem cumbul'un da rolü var..

muhteşem medyamız!! hemen manşeti patlattı "sibel kekilli porno yıldızı"

evet kekilli'nin "dilara" rumuzlu 10 yakin hardcore porno filmi var..peki bu filmin sanatsal değerine darbe vurur mu ?

ve BU SiZi ÜZER Mi ?